Nuray Mert’ten Medya Üzerine Önemli Açıklamalar
Bir dönem terör örgütü PKK’nın “terör örgütü olmadığını” savunan ve dindar-muhafazakar kesime yönelik baskıları eleştiren gazeteci yazar Nuray Mert, bazı medya kuruluşlarında kendisine yönelik haksız yorumların yapılması sebebiyle, ülke gündemine dair bir daha herhangi bir yorumda bulunmama kararı aldığını açıkladı.
Medyascope’taki köşesinde Kuran-ı Kerim ayetiyle başladığı yazısında, “VEDA EDİYORUM” başlığıyla şu ifadelere yer verdi:
“Şüphesiz insan çok cahil ve zalimdir” (Kur’an, 50/72)
Yıllar önce, Fazilet Partisi’nin kapatılma kararı üzerine “Utanıyorum” başlıklı bir yazı yazmıştım (Radikal, 26 Haziran 2001). Bu ülkede “ana muhalefet partisi kapatılırken, başörtülü kadınlar ‘suçlu’ muamelesi görürken özgürce dolaşmaktan utanıyorum” demiştim. O kapatılan partinin devamı olanlar iktidara geldi ve ülkeyi 23 yıldır yönetiyorlar. 2010 yılında, bir kez daha “Korkuyorum” başlıklı bir yazı kaleme aldım. Şimdi ise, asıl bu kez korkuyorum, hem kendi adıma hem de ülkem adına korkuyorum.
DIŞLANDIĞIMDA KİMSE DESTEK OLMADI
“Dertler paylaşılırsa azalır” başlıklı bir yazımda, şimdiye kadar başıma gelenlerin bir kısmını ilk kez paylaşma ihtiyacı hissettiğimi belirtmiştim. Benim partim, cemaatim, sosyal medya hesabım ve takipçilerim yok. Düşüncelerim hiçbir kesimden insanın hoşlanacağı türden değil. Tam da bu nedenle, laik kesimin hoşlanmadığı özgürlükleri savunduğum dönemde akademik hayattan dışlandığımda kimse destek olmadı. Sonrasında, iktidarın baskısı ile ana medyadan dışlandığımda ise sadece beş yazar dışında kimse ses çıkarmadı. Bazıları görüşlerime katılmadığı için, bazıları da o dönemde işlerini kaybetme korkusuyla ifade özgürlüğü adına tek kelime etmedi. Cumhuriyet gazetesinden atıldığımda, gazetenin görüşlerine uzak bazı demokrat arkadaşlar bile, Darwin teorisine inanmadığım için atılmayı hak ettiğimi yüzüme söylediler. Bu durum büyük bir yalnızlık demek, ve hep bu yalnızlığın, ezberler dışında kalmanın katlanılması gereken bir bedeli olduğunu düşündüm. Ancak, bu yalnızlık artık tehlikeli hale gelmeye, boşunalık duygusu ağır basmaya başladı.
“BU ÜLKENİN İYİLİĞİ ADINA YAZDIM”
Şimdi son dönemece gelmiş durumdayım. Mart ayı başında, Ramazan’ın ilk günü, Akit TV’de bir programa davet edildim. Eşin dostun uyarılarına kulak asmadım, hangi mecra olursa olsun ayırt etmemek gerektiğini düşündüm ve programa katıldım. Program boyunca ısrarla Kürt meselesi ile ilgili görüşlerim, zamanında başıma iş açan eski görüntüler ve çarpıtılmış konular gündeme geldi. Bir kez daha tüm samimiyetimle görüşlerimi izah etmeye çalıştım. Bundan hiç rahatsızlık duymadım. Ne büyük bir gaflet!
İşaret fişeği miydi, uğursuz bir alamet mi bilmiyorum ama ertesi gün, Oda TV denilen mecra, bu programın tepki toplayacak bölümlerini kapsayan bir haber yaptı. Biri İslamcı, diğeri ulusalcı olan bu iki mecra, bilerek veya bilmeyerek beni hedef haline getirebilecek noktada buluşmuştu. Nitekim, iki buçuk hafta sonra hakkımda 2014 yılında, bir kadın gazeteciler ziyareti çerçevesinde, Suriye’nin Kürt bölgesinde çekilmiş bir fotoğrafa dayanarak “silahlı örgüt üyeliği” ithamıyla ağır ceza davası açıldığı tebliğini aldım. Nasıl bir iştir, anlamak zor. Kim benim, silahlı bir örgüt üyesi olabileceğime ciddi ciddi inanır, akıl yürütmek mümkün değil.
Bu zaman zarfında, eşim dostum yine beni kabahatli buldu; neden Akit TV’nin programına çıktım, zamanında başıma onca iş açan konulara muhatap olmanın yolunu açtım. Bu tür yayınlar, olayları köpürtme aracı değil miydi? Ne diyeyim, onlar da haklı. Nasıl bir ülkede yaşadığımın farkında değil miyim, değilsem olmam gerekmez mi? Gerekir gerekmesine de ben hep bu düşünceyle hareket etmeyi reddetmiş biriyim. Saklanacak, gizlenecek bir şeyim yok; ne söylüyorsam bu ülkenin iyiliği adına yazdım, çizdim, söyledim diye düşündüm. Bir başka gaflet!
“İNANDIĞIM DEĞERLERE UYGUN OLANI YAPTIM”
Sadece benim değil, bu ülkeye dair fikir yürüten kimsenin zarar vermek amacı taşımadığına inanıyorum. Peki, bir ülkeye zarar veren düşünceler yok mudur? Bence vardır; bir fikrin fanatiği olmak bunlardan biridir. Çünkü fanatik görüşler, aynı ülkede yaşayan insanları birbirine düşman eder. Aynı ülkede yaşayan insanlar arasında düşmanlıktan daha tehlikeli bir şey olabilir mi? Hiç milliyetçi değilim ama insanın ülkesini sevmesi, sakınması için milliyetçi olması gerekmiyor. Doğrusu, ben tam tersine milliyetçiliğin, ülkesini sevmenin ötesinde, toplumda düşmanlık yaratan bir ideoloji olduğunu düşünürüm. Nitekim, şu günlerde milliyetçilik adına, kendini bu ülkenin “gerçek sahibi” ilan edenler, mevcut iktidara muhalefet eden herkesi “düşman” bellemiş durumda. Aklı başında, sorumluluk sahibi herkesin itidal çağrısı yapması gerekirken, iktidar çevresinde pek çok kişi kalemini sivriltip, ateşe körükle gidiyor. “İç düşman” tanımı yapıyor, “İsrail ajanlığı”, “beşinci kol” ithamları havada dolaşıyor. Başörtüsünü düşman belleyerek yapılan haksızlıklar bir yana, demokrat geçinenlerin dahi “kamu hayatında dini sembol olmaz” şeklindeki düşüncelerine karşı çıkmış biriyim. “Bir zamanlar mazlum olanlar nasıl zalim olabilir?” diye de sormuyorum. Pekâlâ olabilir; işin ucunda para, mevki gibi çıkarlar varsa olabilir, oluyor. İntikam duygusu varsa olabilir, oluyor. Diğer taraftan, başka kafada olanların, “Aldandınız, sizi kandırdılar, siz onları savundunuz sonuç böyle oldu” laflarına da hiç kulak asmıyorum. “Herkes kendi ahlakına uygun olanı yapar” diye düşünürüm; ben de kendi ahlak anlayışıma, inandığım değerlere uygun olanı yaptım. Pişman değilim, bir saniye bile tersini düşünmedim.
“KENDİM VE ÜLKEM ADINA KORKUYORUM”
Yurtdışında yaşama özlemi duyanlara şaşarım. İmkân olduğu halde, hiç yurtdışında yaşamayı düşünmedim. Ona da pişman değilim. Ancak, sadece kendi adıma değil, ülkem adına da artık korkuyorum. Kendi adıma, soluğu cezaevinde alırsam kedilerime kim bakar diye korkuyorum. “Torun” saydığım, yeğenimin küçük kızından ayrı kalırım diye korkuyorum. Geçirdiğim ölümcül hastalığın izleri, sağlık durumum ve yaşım itibarıyla tahammülüm, mecalim bitmek üzere diye korkuyorum. Ülkem adına, bir karanlık tünelde nereye gittiğimiz meçhul hale geldiği için korkuyorum. O küçük kız için korkuyorum. Gocunulacak yanı yok; insan korkan bir varlıktır.
“SİYASİ YORUM YAZMAYACAĞIM”
Sonuç olarak, bu nedenle ve başıma açılan son davada sonuç ne olursa olsun, hep bir vatandaşlık görevi olarak gördüğüm ülkeme ilişkin siyasi yorum yazısı yazmaya ve görüş bildirmeye son verme kararı aldım.